Zeytin ve Zeytinyağı Mitleri IV - Antik Roma Dönem Mitleri
22-06-2023
11:36

Orman Perisi, Evelyn De Morgan (1855 - 1919), İngiliz ressam. Perinin ayağı, içinden doğduğu ağacın sağlam gövdesinden henüz ayrılmamış. Orman perisinin ayaklarındaki mor süsenler, küçük Yunan tanrıçası İris'i simgeliyor. Model Jane Hales, sanatçının evindeki hizmetli.

Barışın simgesi olarak "yeni koparılmış canlı zeytin dalı"nın kullanılması ile bağlantılı bir başka arkaik imgelem ise diplomatik dokunulmazlığın simgesi, haberci ve arabulucu tanrı Merkür (Antik Yunan'ın Hermesi) ile ilişkilidir. Arkaik insan bilincine göre Merkür'ün asası -caduceus; elçi değneği- uçlarında filizler bulunan canlı bir zeytin dalıdır. Merkür'ün kelime kökeni Latince ticaret anlamına gelen "merx" kelimesidir. Ayağında kanatları elinde zeytin dalından yapılma asası ile tüccar ve seyyahaların şapkalı tanrısı, tanrıların elçisi Merkür imgelemi Mezopotamya kökenli Tanrı ile gerçekleşen barışın simgesi ağzında "yeni kopartılmış canlı zeytin dalı" bulunan tanrı habercisi güvercin imgelemine çok benzer, ama artık tüccar ve seyyah karakteri de olan yeni bir tanrı imgelemi vardır. Roma Medeniyetinin ekonomik gücünün ticaretten geldiği düşünüldüğünde bu hiç de şaşırtıcı değildir. Romalı tüccarlar doğu Akdeniz kıyılarında zeytin yetiştiriciliğinin yayılmasında önemli bir rol oynamışlar. Kendilerini Herkül’le özdeşleştiren tüccarlar onun adına "Herkül Olivarius" isimli bir tapınak da yaptırırlar. Yunan kökenli bir inanca göre Herkül Akdeniz kıyılarında gezinirken asasını vurduğu her yerden zeytin fidanı çıkarırdı. Herkül’ün savaş aleti olduğuna inanılan bu asa söylencelere göre yabani zeytin ağacından (delice) yapılmıştır.
Romalılar, aynı Yunanlılar gibi, zeytinyağını ölüm ve dini törenlerde kullanır cenazeyi yüzüne zeytinyağı serperek kutsar, böylece kişinin günahlardan arınacağına inanırlardı.
Kuruluşu M.Ö. 800 yıllarına dayanan Roma kültürel olarak yüzyıllarca Yunan etkisinde kalır, zamanla ticaret hacmi artacak, ekonomik anlamda güçlenecek, bunu egemenlik alanının büyümesi izleyecektir. Ardından, Cumhuriyetin ilanı ile politik ve ticari anlamda en yüksek seviyesine ulaşacak, Roma bir milyona ulaşan nüfusu ile imparatorluk başkenti olarak politik ve kültürel bir merkez haline gelecektir. M.Ö. 500’lü yıllara kadar Etrüks Kralları’nın hâkimiyeti ile Yunan tanrıları için tapınaklar yapılır, ardından soylu ve aristokrat sınıfın liderliğinde cumhuriyetin temelleri atılır. Bir yandan Yunan anakarası ile ilişkilerin azalması, diğer yandan Cumhuriyetin getirdiği hoşgörü ve tolerans ortamı ile M.Ö. 200 yıllarında Yunan tanrıları halkların bilincinden kaybolup asimile olmaya başlar. Öyle ki; M.Ö. 9 yılında Senato ve Halk tarafından yapılmasına karar verilen bir tapınakta, geçmişin başarılı generallerine, ölen imparator Augustos’a ve tüm tanrılara tapınma aktiviteleri gerçekleştirilebilecektir. Bu dönemde, Yunan kökenli pagan tanrıları unutulmaya yüz tutarken Roma halkları arasında Mısır kökenli İsis tapınımı yaygınlaşmaya başlar. İsis inancı yıllar sonra bakire Meryem inancının egemen olmasına da zemin hazırlayacaktır.
İmparatorluğun en güçlü zamanlara ulaştığı dönemde, cumhuriyetin getirdiği tolerans sayesinde, halk arasında her türlü inancın varlığını sürdürebildiği kozmopolit bir inanç zenginliği ortaya çıkar. Onların kurallara ve yasalara olan takıntıları, dini ibadet ve davranışlarına yansır. Onlara göre hangi tanrıdan gelirse gelsin, inancın bir şekilde günlük hayattaki aktivite ve dinsel ritüellerle ilişkilendirilmesi, inancın gerektirdiği gibi bir yaşam sürülmesi gereklidir, yoksa Roma yok oluşa gidecektir. Romalı halklar, zamanla, kökenine bakmaksızın neredeyse tüm tanrılara başvurur hale gelirler. İnançlarda yaşanan bu derinlemesine dönüşüm bir Roma filosu ile Anadolu’nun en eski ilk tanrıçası olan Kybele’nin sembolü kara taşın Roma’ya getirilmesine kadar gidecektir.
M.Ö. 43 – M.S. 17 yılları arasında yaşayan Romalı ünlü şair Ovidius “Dönüşümler” adlı eserinde yabani zeytin ağacının ortaya çıkışını şöyle hikâye eder: “Orman perileri olan Müzler (Zeus'un kızları, ilham perileri) saz çalıp şarkılar eşliğinde eğlenirlerken bir çoban gelip kaba sözlerle onları rahatsız eder. Sonunda bir çalı - botanik bilimi açısından zeytingiller çalı türlerini içeren bitki familyası ailesine mensuptur- ortaya çıkıp çobanın ağzını kaplar ve çoban yabani bir zeytin ağacına dönüşür. Ovidius’a göre yabani bir zeytin türü olan delicenin acı meyveleri, çobanın çirkin sözlerinin yakıcılığını taşıyordur. Söylencedeki çobanın zeytin ağacına dönüşümü veya insanın bir ağaca dönüşerek kök salmaya başlaması, hayvancılıkla uğraşan göçebe halkların tarım ve zeytin yetiştiriciliği ile yerleşik hayata geçmeleri sürecinin ya da bu iki farklı kültürün bilinç ve inanç düzeyinde çekişmelerinin hikayesidir.
Roma uygarlığı dönemi insanları zamanla "kudretli ve yaratıcı tanrı” inancını sorgular hale geleceklerdir. İnsan bilincinde tanrı imgelemenin sorgulandığı, insan aklının ve aklın yaratıcı gücünün "Tanrı" imgelemiyle yarışmaya başladığı, düşün dünyasında mantık şüphe ve sorgulamanın önemli bir unsur olmaya başladığı tarih dönemine ulaşılmıştır. Hikâyedeki dokuz dişi Müz mitlerde genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda, tanrıların bütün şenliklerinde şarkı söyler, dans ederler. Kendileri ile ilgili bir destanları ya da güçleri yoktur ama Müz’lerin adları neredeyse her şiirde geçer. Müzler sadece müzik alanında değil, edebiyatta, sanatta, bilimde ve hatta bilimin tüm dallarında aktif olarak rol almışlardır. Tüm bilim dallarına yön veren esin kaynağı (ilham perisi) sayılmışlardır. Yunan mitoloji ve felsefe tarihinde Müz’ler saygı duyulan son tanrıçalar gibidir, onların insanın ahlaki yönden eksikliklerini tamamlayan şifacılar olduklarına inanılır.
Müzik, sanat ve yaratıcı düşünce medeniyetin şekillendiği şehirlerde gelişip insanlığın bir parçası oldu. Roma döneminde, insan aklı ve yaratıcılığının, artık kendi yarattığı tanrıların kudreti ile yarışmaya başladığını söyleyebiliriz. Ek olarak; insanlık yazı ve parayı icat etmiş, yeni sosyal sınıflar ortaya çıkmış, us ve mantık inançları dönüştürmeye başlamıştır. Us gücünün imgelemindeki kutsalların gücüyle yarışmaya başladığı tarih dönemine ulaşılmıştır. Bu çağların Akdeniz havzası halkları, yavaş ama istikrarlı bir süreç ile, atalarının çok tanrılı inançlarını bırakıp, benzersiz ve mutlak, her şeye kadir, benzersiz tek tanrı inancına yöneleceklerdir.
Derleyen: Uğur Saraçoğlu (mustabeyciftligi@gmail.com)
Kaynak: https://www.demorgan.org.uk/collection/the-dryad/
Roma medeniyetinin oluşturan halkların üç farklı kökenden geldiği düşünülmektedir; neolitik çağdan beri orada yaşayan yerliler, nereden göç ettikleri tartışmalı benzersiz demircilik becerileri olan Hint-Avrupa dili olmayan dilleriyle komşularına hiç benzemeyen Etrüsk halkı ve Alp dağlarının kuzeyinden aşağıya inen Hint-Avrupalı göçmen istilacılar. Bundan dolayı kuruluş mitleri de bu halkların inançları ile ilişkilidir. Etrüsklerin Anadolu’dan İtalya’ya göç ettiğine dair kanıtlar vardır, iddialardan biri Lidyalılar ile aynı soydan geldikleridir.
Tarihin Roma İmparatorluğu’nun yükseldiği zamanlarına ulaştığımızda zeytin ağacı hala kutsal vasfını korumaktadır. Romalılar ülkelerinin kurucusu Romulus ve Remus’un, tıpkı Apollon ve Artemis gibi, M.Ö. 800 yıllarında bir zeytin ağacının altında doğduğuna inanırlardı. Babaları ilk dönemlerde bereket tanrısı ama sonra savaş tanrısı özelliğini kazanmış Mars’tır, anneleri ise otuz yıl boyunca bakire kalma yemini eden Vesta (yuva ve aile tanrıçası) rahibesi Rea Silvia’dır. Bununla birlikte halkların bilinçlerinde Athena inancı da devam etmektedir, latince ismi ise "Minerva" dır, fakat Romanın kuruluşunda Atina'da olduğu gibi bir rolü yoktur.
Antik Yunan medeniyeti mitlerindeki tanrıça Leto'nun yerini burada bakire bir rahibe alır. Bakireliği bozulan Rhea Silvia ya da “ormanın suçlu kadını” töreye göre canlı olarak gömülme cezasına çarptırılır, doğurduğu ikizler de öldürülmelidir. Ancak ikizleri öldürmekle görevlendirilen uşak merhamet gösterir ve onları Tiber nehrinde akıntıya bırakır. Hikâyenin başrolündeki kadının saf ve kirlenmemiş bir rahibe olması aklımıza bir yandan Athena için yapılan ayinlerdeki Kanephoros’u, diğer yandan, ikizlerin öldürülmeyip nehre bırakılıp kurtulması açısından Mısır kökenli Musa mitini aklımıza getirir. Yeni doğan bebeğin terkedilmesi miti başka coğrafya halklarının söylencelerinde de mevcuttur. Bakire genç kız rolü Ege’den göç etmiş olabilecekleri düşünülen Etrüsklerin inançları ile ilgili olabilir, bununla birlikte Etrüsklerin dini inançlarının kökenleri konusundaki bilgiler yetersiz ve tartışmalıdır.
Hikâyenin sonrasında nehir tanrısı Tiberinus ikizleri bulur ve onları kendi yavrularını henüz kaybetmiş Lupa adında dişi bir kurda emzirmesi için verir. Terkedildikten sonra dişi bir yırtıcı hayvan tarafından emzirilme miti, savaşçı bir erkeğin geçmesi gereken ilk sınavıdır. Bu inancın benzer bir şekli Orta Asya kökenli Göktürklerin Bozkurt Destanı’nda mevcuttur. Ardından Tiberinus Rhea Silvia'yı kurtarır ve onunla evlenir. Hikâyenin bir başka versiyonunda ise ikizleri bir çobanın karısı olan, diğer çobanların Kurt olarak adlandırdığı bir fahişe (kurt tanrıça) büyütür. Romulus kardeşi Remus’u öldürür ve Roma'yı kurar. “Düşman kardeşler” unsuru birçok halkın mitlerinde mevcuttur, yeni bir şehir kurulmaktadır, şehrin güvenliği ve selameti için tanrılardan yardım ve onay istenmelidir. Remus’un ölümü aslında tanrılara kurban edilmesidir, Romanın yükseleceği yerde gerçekleşen bu kurban, halkların bilincinde, yükselecek olan yeni kentin mutlu geleceği için verilmesi şart olan bir bedeldir.
Efsane, bazı yönleriyle çok arkaik bir niteliğe sahip olsa da, sonuç itibarı ile Hint-Avrupa inançları ile yerel halklar olan Etrüsklerin Roma tarihiyle olan bağlantısı ile ilgilidir. Roma’nın kurulmasından önce Tiber Nehri’nin doğusunda yaşayan yerel bir kabile olan Sabinler ile Romalılar defalarca savaşırlar. Roma medeniyetinin yükselmesi bu savaşların sona ermesinden sonra gerçekleşecektir. Mircea Eliade’ye göre kurucu kahraman Romulus’un kişiliği ile mitleştirilen bu rivayet Hint-Avrupa mitlerinin “tarihselleştirilmesidir”. Kenti kuran Romulus’un takipçileri çoğu savaşçı, yoksul ama kadınsız erkeklerdir. Diğer tarafta, başlıca özellikleri zenginlik ve bereket olan (çünkü onların kadınları vardır) Sabinler ve kralları Titus vardır. Bir bakıma her iki taraf birbirlerini tamamlayıcı nitelikler taşımaktadır. Savaş bir zaferle değil kadınların arabulucu girişimi sayesinde sona erer, artık iki farklı halk yoktur, barış sağlanmış, toplum tamamlanmıştır. Hikâye fransız ressam Jacques-Louis David’in (1748-1825), ‘Sabin Kadınlarının Araya Girmesi’ ismini taşıyan 5 metre uzunluğundaki bir resim ile tasvir edilmiştir. Özellikle Etrüsk kökenli inançlarda kadın üstün konumdadır, sosyal hayatta erkekler kadar özgürdür ve aileyi temsil ederler.
Roma medeniyetinin oluşturan halkların üç farklı kökenden geldiği düşünülmektedir; neolitik çağdan beri orada yaşayan yerliler, nereden göç ettikleri tartışmalı benzersiz demircilik becerileri olan Hint-Avrupa dili olmayan dilleriyle komşularına hiç benzemeyen Etrüsk halkı ve Alp dağlarının kuzeyinden aşağıya inen Hint-Avrupalı göçmen istilacılar. Bundan dolayı kuruluş mitleri de bu halkların inançları ile ilişkilidir. Etrüsklerin Anadolu’dan İtalya’ya göç ettiğine dair kanıtlar vardır, iddialardan biri Lidyalılar ile aynı soydan geldikleridir.
Tarihin Roma İmparatorluğu’nun yükseldiği zamanlarına ulaştığımızda zeytin ağacı hala kutsal vasfını korumaktadır. Romalılar ülkelerinin kurucusu Romulus ve Remus’un, tıpkı Apollon ve Artemis gibi, M.Ö. 800 yıllarında bir zeytin ağacının altında doğduğuna inanırlardı. Babaları ilk dönemlerde bereket tanrısı ama sonra savaş tanrısı özelliğini kazanmış Mars’tır, anneleri ise otuz yıl boyunca bakire kalma yemini eden Vesta (yuva ve aile tanrıçası) rahibesi Rea Silvia’dır. Bununla birlikte halkların bilinçlerinde Athena inancı da devam etmektedir, latince ismi ise "Minerva" dır, fakat Romanın kuruluşunda Atina'da olduğu gibi bir rolü yoktur.
Antik Yunan medeniyeti mitlerindeki tanrıça Leto'nun yerini burada bakire bir rahibe alır. Bakireliği bozulan Rhea Silvia ya da “ormanın suçlu kadını” töreye göre canlı olarak gömülme cezasına çarptırılır, doğurduğu ikizler de öldürülmelidir. Ancak ikizleri öldürmekle görevlendirilen uşak merhamet gösterir ve onları Tiber nehrinde akıntıya bırakır. Hikâyenin başrolündeki kadının saf ve kirlenmemiş bir rahibe olması aklımıza bir yandan Athena için yapılan ayinlerdeki Kanephoros’u, diğer yandan, ikizlerin öldürülmeyip nehre bırakılıp kurtulması açısından Mısır kökenli Musa mitini aklımıza getirir. Yeni doğan bebeğin terkedilmesi miti başka coğrafya halklarının söylencelerinde de mevcuttur. Bakire genç kız rolü Ege’den göç etmiş olabilecekleri düşünülen Etrüsklerin inançları ile ilgili olabilir, bununla birlikte Etrüsklerin dini inançlarının kökenleri konusundaki bilgiler yetersiz ve tartışmalıdır.
Hikâyenin sonrasında nehir tanrısı Tiberinus ikizleri bulur ve onları kendi yavrularını henüz kaybetmiş Lupa adında dişi bir kurda emzirmesi için verir. Terkedildikten sonra dişi bir yırtıcı hayvan tarafından emzirilme miti, savaşçı bir erkeğin geçmesi gereken ilk sınavıdır. Bu inancın benzer bir şekli Orta Asya kökenli Göktürklerin Bozkurt Destanı’nda mevcuttur. Ardından Tiberinus Rhea Silvia'yı kurtarır ve onunla evlenir. Hikâyenin bir başka versiyonunda ise ikizleri bir çobanın karısı olan, diğer çobanların Kurt olarak adlandırdığı bir fahişe (kurt tanrıça) büyütür. Romulus kardeşi Remus’u öldürür ve Roma'yı kurar. “Düşman kardeşler” unsuru birçok halkın mitlerinde mevcuttur, yeni bir şehir kurulmaktadır, şehrin güvenliği ve selameti için tanrılardan yardım ve onay istenmelidir. Remus’un ölümü aslında tanrılara kurban edilmesidir, Romanın yükseleceği yerde gerçekleşen bu kurban, halkların bilincinde, yükselecek olan yeni kentin mutlu geleceği için verilmesi şart olan bir bedeldir.
Efsane, bazı yönleriyle çok arkaik bir niteliğe sahip olsa da, sonuç itibarı ile Hint-Avrupa inançları ile yerel halklar olan Etrüsklerin Roma tarihiyle olan bağlantısı ile ilgilidir. Roma’nın kurulmasından önce Tiber Nehri’nin doğusunda yaşayan yerel bir kabile olan Sabinler ile Romalılar defalarca savaşırlar. Roma medeniyetinin yükselmesi bu savaşların sona ermesinden sonra gerçekleşecektir. Mircea Eliade’ye göre kurucu kahraman Romulus’un kişiliği ile mitleştirilen bu rivayet Hint-Avrupa mitlerinin “tarihselleştirilmesidir”. Kenti kuran Romulus’un takipçileri çoğu savaşçı, yoksul ama kadınsız erkeklerdir. Diğer tarafta, başlıca özellikleri zenginlik ve bereket olan (çünkü onların kadınları vardır) Sabinler ve kralları Titus vardır. Bir bakıma her iki taraf birbirlerini tamamlayıcı nitelikler taşımaktadır. Savaş bir zaferle değil kadınların arabulucu girişimi sayesinde sona erer, artık iki farklı halk yoktur, barış sağlanmış, toplum tamamlanmıştır. Hikâye fransız ressam Jacques-Louis David’in (1748-1825), ‘Sabin Kadınlarının Araya Girmesi’ ismini taşıyan 5 metre uzunluğundaki bir resim ile tasvir edilmiştir. Özellikle Etrüsk kökenli inançlarda kadın üstün konumdadır, sosyal hayatta erkekler kadar özgürdür ve aileyi temsil ederler.

Sabin Kadınlarının Araya Girmesi, 1796 - 1799, Jacques-Louis David (1748 - 1825), Louvre Müzesi. (Ayrıntılar için: https://www.gazeteduvar.com.tr/sabinli-kadinlar-savasi-nasil-durdurdu-haber-1524435)
Yüzyıllar içinde, Roma inanç tarihinde Yunanlıların bereket ve yer tanrılarının etkisi artmaya başlar, Hint-Avrupa kökenli inançlarından geriye sadece Romulus ile bağlantılı Jupiter inancı kalır. Etrüsk kültürü ve özellikle de inançları, İtalik ile Yunan unsurlarının bütünleşmesi ile ortaya çıkmıştır. Etrüskler’in büyük bir donanmaları vardı, ticaret yapıyor, demir kullanıyor, şehirler inşa ediyorlardı. Athena kültü sanatların ve zanaatkârların koruyucusu Minerva inancı olarak devam etmektedir. Athena’nın özelliklerine ek olarak Minerva artık okul ve ticaret tanrısı özelliğine sahiptir.
Romalı diplomatların (elçi, fetiales, verbenarius) yeni bir ülkeye gittiklerinde, barış için geldiklerini göstermek amacı ile ellerinde zeytin dalı taşıdıklarına dair bir söylence mevcut ama gerçekte standartlaşmış böyle bir diplomatik protokol yoktur. Zeytin dalı Romalılar için de barışın sembolüdür ama diplomatik bir rolü yoktur. "Verbenarius" adı verilen Romalı diplomatlar ritüel gereği -inanç açısından zorunlu bir unsur olarak- kutsal olduğuna inanılan verbena ya da sagmina adı verilen bir ot demeti taşırlardı zeytin dalı değil. Demet Roma Kapitol Tepesi'ndeki Jüpiter (Yunan karşılığı Zeus) tapınağında bulunan otlardan koparılarak yapılırdı, bu "kutsal ot demeti" elçinin dokunulmazlığının ve "Jüpiter'in tanıklığının" sembolüydü. Roma'daki Pax (Barış) ikonografisinde veya zafer-barış törenlerinde zeytin dalının kullanımı mevcuttur.
Roma ordusuna teslim olmaya gelen düşman elçisinin ya da arabulucunun elinde -o dönemlerde Akdeniz Havzasındaki birçok kültür için barış simgesi olan- zeytin dalı taşımış olma olasılığı daha yüksektir. Hiyerarşik olarak kendisinden daha üst seviyede birisine yalvarmak isteyen kişi barışcıl bir niyet ile huzura çıktığını, gerçekten merhamet dileyen biri olduğunu yada korkulacak tehlikeli biri olmadığını göstermek ister; müktedirin karşısına üzerinde gizlenmiş bir silah yerine elinde yeni koparılmış taze bir zeytin dalı tutarak gelir.
Yalvarma, antik dönem Akdeniz havzası toplumlarında yaygın olarak varolan, ritüelleştirilmiş arkaik bir istekte bulunma/dilenme davranışıdır, kökeni antik Yunan döneminden de eskilere gider. Yunanca "hiketeria" kelimesi dişil olup "yalvaranlar" anlamında kullanılır, yalvaracakları kişiye yalvaran olarak geldiklerini göstermek için ellerinde beyaz yüne sarılmış kurdelerle bağlanmış yeni koparılmış/kurumamış zeytin dalı taşırlardı. Bu obje tanrılara yalvarırken ya da onlardan bir dilekte bulunurken de kullanılırdı. Antik Yunan oyun yazarı Aiskhylos'un "Yakarıcılar" adlı tragedyasında Danaid'ler Argos sunağına "yünle sarılı zeytin dalları" ile gelirler. Bu iki obje, beyaz yün ve zeytin dalı, dokumacıların tanrısı ve zeytin ağacının yaratıcısı Athena'yı akla getirmekle birlikte, yalvarma/yakarma ritüelinde canlı bir zeytin dalı kullanımının hangi bilinçle yapıldığı tartışmalıdır, istenen yardımın gerçekleşme olasılığını artırma amaçlanmış olmalı, kimbilir? Bugün bile beyaz renk ve zeytin dalı modern insan bilincinde barış ve uzlaşmanın sembolü olan kavramlar olarak varlıklarını sürdürüyorlar.
Romalı diplomatların (elçi, fetiales, verbenarius) yeni bir ülkeye gittiklerinde, barış için geldiklerini göstermek amacı ile ellerinde zeytin dalı taşıdıklarına dair bir söylence mevcut ama gerçekte standartlaşmış böyle bir diplomatik protokol yoktur. Zeytin dalı Romalılar için de barışın sembolüdür ama diplomatik bir rolü yoktur. "Verbenarius" adı verilen Romalı diplomatlar ritüel gereği -inanç açısından zorunlu bir unsur olarak- kutsal olduğuna inanılan verbena ya da sagmina adı verilen bir ot demeti taşırlardı zeytin dalı değil. Demet Roma Kapitol Tepesi'ndeki Jüpiter (Yunan karşılığı Zeus) tapınağında bulunan otlardan koparılarak yapılırdı, bu "kutsal ot demeti" elçinin dokunulmazlığının ve "Jüpiter'in tanıklığının" sembolüydü. Roma'daki Pax (Barış) ikonografisinde veya zafer-barış törenlerinde zeytin dalının kullanımı mevcuttur.
Roma ordusuna teslim olmaya gelen düşman elçisinin ya da arabulucunun elinde -o dönemlerde Akdeniz Havzasındaki birçok kültür için barış simgesi olan- zeytin dalı taşımış olma olasılığı daha yüksektir. Hiyerarşik olarak kendisinden daha üst seviyede birisine yalvarmak isteyen kişi barışcıl bir niyet ile huzura çıktığını, gerçekten merhamet dileyen biri olduğunu yada korkulacak tehlikeli biri olmadığını göstermek ister; müktedirin karşısına üzerinde gizlenmiş bir silah yerine elinde yeni koparılmış taze bir zeytin dalı tutarak gelir.
Yalvarma, antik dönem Akdeniz havzası toplumlarında yaygın olarak varolan, ritüelleştirilmiş arkaik bir istekte bulunma/dilenme davranışıdır, kökeni antik Yunan döneminden de eskilere gider. Yunanca "hiketeria" kelimesi dişil olup "yalvaranlar" anlamında kullanılır, yalvaracakları kişiye yalvaran olarak geldiklerini göstermek için ellerinde beyaz yüne sarılmış kurdelerle bağlanmış yeni koparılmış/kurumamış zeytin dalı taşırlardı. Bu obje tanrılara yalvarırken ya da onlardan bir dilekte bulunurken de kullanılırdı. Antik Yunan oyun yazarı Aiskhylos'un "Yakarıcılar" adlı tragedyasında Danaid'ler Argos sunağına "yünle sarılı zeytin dalları" ile gelirler. Bu iki obje, beyaz yün ve zeytin dalı, dokumacıların tanrısı ve zeytin ağacının yaratıcısı Athena'yı akla getirmekle birlikte, yalvarma/yakarma ritüelinde canlı bir zeytin dalı kullanımının hangi bilinçle yapıldığı tartışmalıdır, istenen yardımın gerçekleşme olasılığını artırma amaçlanmış olmalı, kimbilir? Bugün bile beyaz renk ve zeytin dalı modern insan bilincinde barış ve uzlaşmanın sembolü olan kavramlar olarak varlıklarını sürdürüyorlar.
Barışın simgesi olarak "yeni koparılmış canlı zeytin dalı"nın kullanılması ile bağlantılı bir başka arkaik imgelem ise diplomatik dokunulmazlığın simgesi, haberci ve arabulucu tanrı Merkür (Antik Yunan'ın Hermesi) ile ilişkilidir. Arkaik insan bilincine göre Merkür'ün asası -caduceus; elçi değneği- uçlarında filizler bulunan canlı bir zeytin dalıdır. Merkür'ün kelime kökeni Latince ticaret anlamına gelen "merx" kelimesidir. Ayağında kanatları elinde zeytin dalından yapılma asası ile tüccar ve seyyahaların şapkalı tanrısı, tanrıların elçisi Merkür imgelemi Mezopotamya kökenli Tanrı ile gerçekleşen barışın simgesi ağzında "yeni kopartılmış canlı zeytin dalı" bulunan tanrı habercisi güvercin imgelemine çok benzer, ama artık tüccar ve seyyah karakteri de olan yeni bir tanrı imgelemi vardır. Roma Medeniyetinin ekonomik gücünün ticaretten geldiği düşünüldüğünde bu hiç de şaşırtıcı değildir. Romalı tüccarlar doğu Akdeniz kıyılarında zeytin yetiştiriciliğinin yayılmasında önemli bir rol oynamışlar. Kendilerini Herkül’le özdeşleştiren tüccarlar onun adına "Herkül Olivarius" isimli bir tapınak da yaptırırlar. Yunan kökenli bir inanca göre Herkül Akdeniz kıyılarında gezinirken asasını vurduğu her yerden zeytin fidanı çıkarırdı. Herkül’ün savaş aleti olduğuna inanılan bu asa söylencelere göre yabani zeytin ağacından (delice) yapılmıştır.
Romalılar, aynı Yunanlılar gibi, zeytinyağını ölüm ve dini törenlerde kullanır cenazeyi yüzüne zeytinyağı serperek kutsar, böylece kişinin günahlardan arınacağına inanırlardı.
Kuruluşu M.Ö. 800 yıllarına dayanan Roma kültürel olarak yüzyıllarca Yunan etkisinde kalır, zamanla ticaret hacmi artacak, ekonomik anlamda güçlenecek, bunu egemenlik alanının büyümesi izleyecektir. Ardından, Cumhuriyetin ilanı ile politik ve ticari anlamda en yüksek seviyesine ulaşacak, Roma bir milyona ulaşan nüfusu ile imparatorluk başkenti olarak politik ve kültürel bir merkez haline gelecektir. M.Ö. 500’lü yıllara kadar Etrüks Kralları’nın hâkimiyeti ile Yunan tanrıları için tapınaklar yapılır, ardından soylu ve aristokrat sınıfın liderliğinde cumhuriyetin temelleri atılır. Bir yandan Yunan anakarası ile ilişkilerin azalması, diğer yandan Cumhuriyetin getirdiği hoşgörü ve tolerans ortamı ile M.Ö. 200 yıllarında Yunan tanrıları halkların bilincinden kaybolup asimile olmaya başlar. Öyle ki; M.Ö. 9 yılında Senato ve Halk tarafından yapılmasına karar verilen bir tapınakta, geçmişin başarılı generallerine, ölen imparator Augustos’a ve tüm tanrılara tapınma aktiviteleri gerçekleştirilebilecektir. Bu dönemde, Yunan kökenli pagan tanrıları unutulmaya yüz tutarken Roma halkları arasında Mısır kökenli İsis tapınımı yaygınlaşmaya başlar. İsis inancı yıllar sonra bakire Meryem inancının egemen olmasına da zemin hazırlayacaktır.
İmparatorluğun en güçlü zamanlara ulaştığı dönemde, cumhuriyetin getirdiği tolerans sayesinde, halk arasında her türlü inancın varlığını sürdürebildiği kozmopolit bir inanç zenginliği ortaya çıkar. Onların kurallara ve yasalara olan takıntıları, dini ibadet ve davranışlarına yansır. Onlara göre hangi tanrıdan gelirse gelsin, inancın bir şekilde günlük hayattaki aktivite ve dinsel ritüellerle ilişkilendirilmesi, inancın gerektirdiği gibi bir yaşam sürülmesi gereklidir, yoksa Roma yok oluşa gidecektir. Romalı halklar, zamanla, kökenine bakmaksızın neredeyse tüm tanrılara başvurur hale gelirler. İnançlarda yaşanan bu derinlemesine dönüşüm bir Roma filosu ile Anadolu’nun en eski ilk tanrıçası olan Kybele’nin sembolü kara taşın Roma’ya getirilmesine kadar gidecektir.
M.Ö. 43 – M.S. 17 yılları arasında yaşayan Romalı ünlü şair Ovidius “Dönüşümler” adlı eserinde yabani zeytin ağacının ortaya çıkışını şöyle hikâye eder: “Orman perileri olan Müzler (Zeus'un kızları, ilham perileri) saz çalıp şarkılar eşliğinde eğlenirlerken bir çoban gelip kaba sözlerle onları rahatsız eder. Sonunda bir çalı - botanik bilimi açısından zeytingiller çalı türlerini içeren bitki familyası ailesine mensuptur- ortaya çıkıp çobanın ağzını kaplar ve çoban yabani bir zeytin ağacına dönüşür. Ovidius’a göre yabani bir zeytin türü olan delicenin acı meyveleri, çobanın çirkin sözlerinin yakıcılığını taşıyordur. Söylencedeki çobanın zeytin ağacına dönüşümü veya insanın bir ağaca dönüşerek kök salmaya başlaması, hayvancılıkla uğraşan göçebe halkların tarım ve zeytin yetiştiriciliği ile yerleşik hayata geçmeleri sürecinin ya da bu iki farklı kültürün bilinç ve inanç düzeyinde çekişmelerinin hikayesidir.
Roma uygarlığı dönemi insanları zamanla "kudretli ve yaratıcı tanrı” inancını sorgular hale geleceklerdir. İnsan bilincinde tanrı imgelemenin sorgulandığı, insan aklının ve aklın yaratıcı gücünün "Tanrı" imgelemiyle yarışmaya başladığı, düşün dünyasında mantık şüphe ve sorgulamanın önemli bir unsur olmaya başladığı tarih dönemine ulaşılmıştır. Hikâyedeki dokuz dişi Müz mitlerde genellikle Apollon önderliğindeki bir koroda, tanrıların bütün şenliklerinde şarkı söyler, dans ederler. Kendileri ile ilgili bir destanları ya da güçleri yoktur ama Müz’lerin adları neredeyse her şiirde geçer. Müzler sadece müzik alanında değil, edebiyatta, sanatta, bilimde ve hatta bilimin tüm dallarında aktif olarak rol almışlardır. Tüm bilim dallarına yön veren esin kaynağı (ilham perisi) sayılmışlardır. Yunan mitoloji ve felsefe tarihinde Müz’ler saygı duyulan son tanrıçalar gibidir, onların insanın ahlaki yönden eksikliklerini tamamlayan şifacılar olduklarına inanılır.
Müzik, sanat ve yaratıcı düşünce medeniyetin şekillendiği şehirlerde gelişip insanlığın bir parçası oldu. Roma döneminde, insan aklı ve yaratıcılığının, artık kendi yarattığı tanrıların kudreti ile yarışmaya başladığını söyleyebiliriz. Ek olarak; insanlık yazı ve parayı icat etmiş, yeni sosyal sınıflar ortaya çıkmış, us ve mantık inançları dönüştürmeye başlamıştır. Us gücünün imgelemindeki kutsalların gücüyle yarışmaya başladığı tarih dönemine ulaşılmıştır. Bu çağların Akdeniz havzası halkları, yavaş ama istikrarlı bir süreç ile, atalarının çok tanrılı inançlarını bırakıp, benzersiz ve mutlak, her şeye kadir, benzersiz tek tanrı inancına yöneleceklerdir.
Derleyen: Uğur Saraçoğlu (mustabeyciftligi@gmail.com)
Kaynaklar:
1. Dinler Tarihine Giriş, Mircea Eliade,1979, Çeviren: Lale Arslan, Kabalcı Yayınevi, 2000.
1. Dinler Tarihine Giriş, Mircea Eliade,1979, Çeviren: Lale Arslan, Kabalcı Yayınevi, 2000.
2. Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi 2: Gotama Budha’dan Hristiyanlığın Doğuşuna; Mircia Eliade, Çeviren: Ali Berktay, Kabalcı Yayınları, 2016.
3. Geçmişten Günümüze Zeytin ve Zeytinyağı, Dünya-Akdeniz-Türkiye, Aytaç Eryılmaz, Ocak 2020.
4. Musa'lar Mitolojisinin Ahlak Öncülleri; Ayna İsababayeva, Yrd.Doç.Dr., Erciyes Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Müzik Bölümü, Art-Sanat 3/15.
5. https://en.wikipedia.org/wiki/The_Intervention_of_the_Sabine_Women#Production.
6. https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-11107/merkur-tanri/.
7. https://www.britannica.com/topic/caduceus.
8. https://en.wikipedia.org/wiki/Olive_branch.
9. https://open.library.ubc.ca/media/stream/pdf/24/1.0431402/4?utm_source=chatgpt.com.
6. https://www.worldhistory.org/trans/tr/1-11107/merkur-tanri/.
7. https://www.britannica.com/topic/caduceus.
8. https://en.wikipedia.org/wiki/Olive_branch.
9. https://open.library.ubc.ca/media/stream/pdf/24/1.0431402/4?utm_source=chatgpt.com.